Canım Kızım, Gözümün nuru, gönlümün baharı sen gideli 4 ay oldu, ama ben yokluğuna alışamadım. Sana olan hasretimi, özlemimi daha önce yazmak istemiş ama yazamamıştım. Yokluğundan dört ay sonra bu satırları kaleme almak gerçekten zor.
Kendimi hep suçluyorum. Üstelik kendimi suçlu gördüğüm olayları sana da soramıyorum. Çünkü yoksun. Çok uzaklardasın. Sana sesimi duyuramıyorum. Sesleniyorum sesleniyorum fakat yanıt alamıyorum. Gözlerimi kapatıyorum, seni hayal ediyorum, sonra dokunmak için ellerimi uzatıyorum ama tutamıyorum. Sensiz olmanın, senden çok uzaklarda olmanın ne kadar zor olduğunu acaba sen de hissediyor musun? Merak ediyorum. Biliyor musun, her sabah yeni güne uyanırken, yok işte yok oysa nasıl özledim diye kalkıyorum yatağımdan. Sonra diyorum ki bu gecede rüyamda göremedim, bir kez sarılıp öpemedim. Dört aydır aynı düşünce ve duyguyla yeni güne uyanmak ne kadar zor, bilmem tahmin edebiliyor musun.
Evet, tam dört ay oldu sen bizi bırakıp gideli. Hem de doğru düzgün bir veda bile etmeden. Ama işte insan bilemiyor ki böyle bir ayrılığın ne zaman yaşanacağını. Aslında seninde suçun yok çok ani oldu. Gidişinin bu kadar çabuk olacağını bilseydin söylerdin bana. Uzun uzun vedalaşırdık. Sana son bir kez sarılıp doyasıya öperdim. Son bir şeyler daha konuşurduk. Sorardım sana, bana verdiğin eşsiz sevgine, sonsuz hoşgörüne, muhteşem anlayışına layık olabildim mi diye? Ama soramadım, güle güle git, seni çok seviyorum, yanına gelene kadar hep yüreğimde ve aklımda olacaksın bile diyemedim.
O kadar zor ki, başım sıkıştığında seninle oturup konuşamamak. Çözemediğim sorunlarım için gelip sana danışamamak. Ne olur bana yardım et, bir akıl ver diyememek. Biliyor musun, ilk zamanlar elim hep telefona gidiyordu, seni aramak için? Ya da bu güzel olayı ona da haber vereyim diyordum. Sonra hemen aklım başıma geliyordu. Nasıl arayacak, nasıl söyleyecektim? Gittiğin yerde telefon yoktu ki. Seni düşünmediğim, özlemediğim, acını içimde hissetmediğim bir anım olmadı. İlk 3 ay gece gündüz, yolda, arabada, işte, evde hep ağladım. Sonra gözlerimdeki yaşlar kurudu. Daha az ağlar oldum ama acım artarak büyüdü. Ulaşamamak, dokunamamak, konuşamamak, bitmeyen bir hasretle özlemek o kadar zor ki.
Ani gidişine alışmasına alıştım da içimde ki acıya, büyüyen özlemine söz geçiremiyorum. Oysa hep, bir gün beni bırakır giderse ben ne yaparım diye düşünürdüm. Kendimce taktikler bulmaya çalışırdım, bu ayrılığı kolaylaştıracak. Sonra hemen bu düşünceyi aklımdan kovar, hayır daha vakit var, düşünme bunları derdim. Sanki hiç gitmeyeceksin gibi gelirdi bana. Öyle ya, kaç yaşında olursam olayım ben senin babandım. İnsan hiç babasını bırakır da ansızın gider miydi? İşte böyle avuturdum kendimi. İçimi rahatlatır, düşünmemeye çalışırdım. Ama yaşam gerçeği farklı. O hiç gelmesini istemediğin zorunlu ayrılık bir bakıyorsun kapının önünde belirivermiş. Tıpkı o kara günün akşamında ki gibi. Sen hazırlıklı mısın, değil misin sormuyor bile.
En çok neye yanıyorum biliyor musun? O akşam, yattığın odanın kapısında saatler boyunca bekleyip, son nefesini verirken beni içeriye almamalarına yanıyorum. Çok ağladım, çok yandım, çok sıktım kendimi ama hiç bağırmadım. Çünkü senin gibi zarif, kibar, narin bir insanın arkasından haykırmak, bağırıp çağırmak yakışmazdı. Ama sanma ki tek başıma kaldığım zamanlarda krizlere girmediğim. Çok zor oldu ilk üç ay. Çok sancılı çok acılı geçti. Çünkü yokluğuna alışamadım.
Canım kızım sen gideli şimdi 4 ay oldu ama ben yokluğuna yine alışamadım. Bu yazıyı daha önce yazmak istemiş ama yapamamıştım. Kısmet bu güneymiş. Yokluğunun dördüncü ayında. Bu satırları yazmak gerçekten zor. İçim kan ağlıyor. Hem yazmak hem yarıda bırakmak istiyorum. Sonra kendime, kızın için yazmak zorundasın, dök artık içindekileri diyorum ve yazıyorum.
Sen gittiğinden beri, elinden en çok sevdiği oyuncağı alınmış küçük bir çocuk gibiyim. Hiçbir şey eskisi gibi canımı yakmıyor. İçimde tek bir acı var o da yokluğun. Ne zaman bir babayla kızını yan yana görsem isyan edesim geliyor. Bakmaya bile katlanamıyorum. Bana zamanla bu acının azalacağını, alışacağımı söylediler. Fakat dedikleri gibi olmadı. Çünkü yokluğunun getirdiği özlem git gide büyüdü. Doğruyu söylemek gerekirse bir şeye alıştım. Senin acınla yaşamaya alıştım.
Şimdi beni en mutlu eden şey sık sık kabrine gelmek. Bir bilsen nasıl hazırlanıyorum sana gelirken. Sonra sana ait bir eşya oluyor üzerimde belki görürsün diye. Ruhlar en çok kabirlerinin başında olurlarmış diye okumuştum bir yerlerde. İşte bu yüzden sana gelirken, senden bir şeyler olsun istiyorum üzerimde. Seninle konuşacaklarımı önceden hazırlıyorum ve bir bir anlatıyorum sana. Uzun dualar ediyorum kabrinde. Ardından hıçkırarak ağlıyorum. Sonunda da hep şunu söylüyorum, bilemedim kızım ben senin değerini bilemedim. Sen bana Allahın en büyük lütfüydün ama ben bunu bilemedim. Sen bana, ne kadar iyi baba olduğumu söylesen de, ben senin değerini yeterince bilemedim. Hayatımın hiçbir dönemini senden uzak geçirmemem gerekirdi ama ben bunu beceremedim. Şimdi senden ayrı geçen her günüme lanet ediyorum. O yüzden tüm arkadaşlarıma, çocuklarınızın değerini, evlat sevgisinin önemini iyi bilin diyorum.
Canım kızım, her aklıma gelişinde yüreğim acıyor, burnumun direği sızlıyor ve içim yanıyor. Seni çok özlüyorum, ama neye yarar, artık yoksun! Bekle beni, yanına gelinceye, ebedi hayatta kavuşuncaya kadar bekle. Canım kızım seni çok seviyorum, gittiğin yerde huzur içinde ol.
Hüseyin Seçik