Bir insanın en büyük hayali kendi çocuklarının ve torunlarının mürüvvetini dünya gözüyle görmektir. Aylar önce Gazi Mahallesinde oturan lise 2. sınıf öğrencisi Ahmet Emre Çavuş arkadaşları ile saat 23.40’ta evden çıktıktan 40 dakika sonra görgü tanıkların ifadesine göre, bir maganda tarafından havaya açılan ateş sırasında boynuna isabet eden bir kurşunla ağır yaralanmış, Emre Ç
Hastanede yapılan kontrolde Ahmet Emre Çavuş’un omuriliğinin zedelendiği göğsünün altından itibaren felç olduğu tespit edilmişti. Bilinci yerinde olmasına rağmen solunum güçlüğü çektiği için gırtlağında açılan bir kanala tüp bağlantısı gerçekleştirilerek hayata tutunması sağlanmıştı. Henüz 17 yaşında ve lise 2. sınıf öğrencisi olan Ahmet Emre Çavuş’un babaannesi Bedriye Çavuş, aylardır yatağa bağlı olarak yaşayan biricik torunu Ahmet Emre Çavuşa, “ Emre kuzum bak bahar geldi. Sen geleceksin diye çiçekler açmadı. Yaz gülleri açmadı bahçemizde, seni bekliyorlar. Sen gelince açacak güllerimiz, sen yürüyünce açacak gülümüz, sen gelip bize sarılınca gülecek yüzümüz. Can kuzum bir an önce gel gayrı. Emre’m yürüyecek inşallah umudum benim kuzum.
Bir babaanne düşünün, bir an olsun empati kurun Maganda kurşunuyla yaralanan, aylardır yatağa bağımlı olarak yaşayan, defalarca ölümle burun buruna gelen, solunum cihazıyla hayata tutunan ve bunu bire bir canlı olarak yaşayan bir babaanneyi düşünün. Bu öyle böyle bir mücadele değil. Torununun iyeleşmesi için ömrünün son nefesine kadar mücadele eden bir babaannenin gözler yaşartan mücadelesi.
Bedriye Çavuş, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Anabilim dalı yoğun bakım ünitesinin önündeki bankta torunu Ahmet Emre Çavuş’u hasretle özlemle beklerken düş dünyası film şerdi gibi gözlerinin önünde geçerken daldığı hayalin farkında bile değildi. Şöyle mırıldanıyordu Bedriye Çavuş, “ yaramaz bir çocuktun, yerinde durmayan serseri bir mayın gibiydin. Kaç kez düşmüş kaç kez elini kolunu kafanı kanatmıştın ben bile tam olarak hatırlamıyorum. Kaç kez ısırdım dudaklarımı sana bağırmamak için. Kaç kez elimi kaldırdım ancak sana vurmadan bin pişmanlıkla öfkeme hakim olarak elimi indirdim. Ama hiç vurmadım sana hiç kırmadım kalbini. Büyük köylü komşumuz sana ‘çok yaramaz’ dedi diye aylarca onun yüzüne bakmamıştım. Kimse laf söylemesin incitmesin isterdim. Tahammül edemezdin sana dikilen sert bir bakışa.
Yaşlansam da geleceğe dair umutlar besliyordum. Sana isabet eden o maganda kurşununa kadar. Evlatlarımı büyüttüm nasıl olsa yorgunluklar biter ben evimde oturur torunlarımı severim diye. Hatırlıyor musun ilkokula gittiğin o yılları. Sen okuldan gelmeden ben senin için kervan gıdadan aldığın birkaç kestaneyi sobanın üzerinde pişirip hazır ederdim senin için. Sen seversin diye her sabah sahanda yumurta hazırlardım sana. Ellerin üşümesin diye avuçlarımın içine ellerini alır sıcak nefesimle ısıtırdım parmak uçlarını. Öperdim koklardım o minnacık ellerinden. Kaç ay oldu, kaç zaman geçti daha kalkmadın o yataktan. Gayri dayanacak gücüm, sabredecek takatim kalmadı. Her saniye her dakika senin kalkmanı eskisi gibi koşup oynamanı özledim.
Ben anneler gününü hiç beklemiyorum biliyor musun? Babaanne olmak acı verir mi insana? Sen böyle oldun diye acı veriyor bana. Hayaller, umutlar, mutlu zamanlarmış bizleri ayakta tutan. Yani anlayacağın siz torunlarım ve çocuklarımın mutluluğuymuş bana zevk veren. Siz yoksanız yaşamak zulümmüş meğer bunu bugün daha iyi anladım. Hangi maganda vurdu seni. Her gün beddua ediyorum ömrü boyunca rahat yüzü görmesin diye. Dünyalara sığmayan anne yüreğim şimdi yaralı. Ne sevmenin, nede babaanneliğin bir anlamı yok artık. Sen yürüdüğün gün yüzümüz gülecek, evimize bahar gelecek, bahçemizde ki güller çiçekler açacak. Şairin dediği gibi tek umudum sensin anlıyor musun.
Haydar Sürgeç