Adıyaman Kültürünü Yaşatma Derneği (AKYAD)’ta açılış konuşmasını Mehmet Karakuş gerçekleştirdi. Karakuş, kısaca derneğin yapmış olduğu etkinlikleri sıralarken ayın konuğunu Müfid Yükselin biyografisini şöyle anlattı.
Müfid Yüksel Kimdir?
Bitlisli bir ailenin çocuğu olarak Muş’da doğdum. İlk ve orta öğrenimimi İstanbul’da tamamladım. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden 1991 Şubatında mezun oldum. Yüksek lisans çalışmalarımı yine aynı bölümde yürüttüm. 1995-2001 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Başkan Danışmanı olarak görev yaptım.Halen serbest araştırmacı/yazarlık yapmaktayım.
1987 yılında Zaman Gazetesinde başlayarak, bugüne kadar çeşitli gazete, dergi ve mecmualarda birçok makalem yayınlandı. Interdisipliner bir metod takip ettiğimden makalelerim Siyaset, Din, Kürd Sorunu, Orta Doğu Sorunu başta olmak üzere Dış Politika konularında yoğunlaştı. İmza Dergisi başta olmak üzere, Özellikle 1990’lı yıllarda, Alevîlik-Bektâşîlik, Nakşibendîlik, Kürd Sorunu ve Balkanlarla ilgili bir hayli makale ve tercümelerim yayınlandı.
Ağustos 1993’te, “Kürdistan’da Değişim Süreci” adlı ilk kitabım yayınlandı. (Sor Yayıncılık, Ankara) Haziran 2002’de, “Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin” adlı bir araştırma-inceleme eserim yayınlandı. (Bakış Yayınları, İstanbul) Bektâşîlik üzerine “Bektâşîlik: Ve Mehmed Ali Hilmî Dedebaba” başlığı altında bir çalışmam ise Aralık 2002’de yayınlanmıştır.(Bakış Yayınları, İstanbul) Bunun ardından “Ana Hatlarıyla Alevîlik Ve Bektâşîlik” adıyla kapsamlı bir çalışmam daha yayınlanacaktır.
“Dünden Yarına Kürtler Ve İslamiyet” adlı makalem, Nisan 1992’de Sor Yayıncılık tarafından yayınlanan “Kürd Soruşturması” başlıklı edisyon kitapta yer almıştır.
“Modernleşme Sürecinde 20. Yüzyıl İslamcılığının Serencamı” başlıklı makaleler dizisi Bilgi Ve Düşünce adlı dergide yayınlanmıştır. Yanısıra, “İdris-i Bitlisi Ve Eyüpteki Eserleri” , “ Eyüp Karyağdı Baba Bektaşi Tekkesi” başlıklı incelemeler, Eyüp Belediyesinin Eyüp Sultan Sempozyumunun 6. ve 9. kitaplarında yayınlanmıştır. “Ali Bin Ahmed El-Amidi Ve Erken Dönem Diyarbakır Uleması” başlıklı makalem 2004 Diyarbakır Sempozyum kitabında neşredilmiştir. Yine, “Örfî Hukuk Ve Siyaseten Katl Bağlamında Şeyh Bedreddin’in Katli” başlıklı diğer bir makalem 2002 yılında İslâmiyât dergisinde yer almıştır.
Bunlardan başka, “Şerîf Hüseyin’den Yasir Arafat’a Filistin” ,“İstanbul Bektâşî Tekkeleri” başlıklı, bir bölümü yayınlanmış çalışmalarım mevcuttur.
Ayrıca
“Vefa Semti: Osmanlı Eserleri Ve Modernleşme Süreci” ,
“Fatih İlçesi Tekkeleri” ,
“Yetiştiği Muhit, Bölge Ve Zaman Bağlamında Bediüzzaman: Belgeler Işığında Birinci Said Dönemi” ,
“Arşiv Belgelerinde Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî Ve Ailesi” ,
“ Ibn Serrac Ed-Dimeşki’ye Göre Sarı Saltuk” ,
“ Mevlana Ve Sadreddin-i Konevî İlişkileri Bağlamında Konevî’nin Mevlâna’ya Yazdığı Arapça Takriz”,
“A Prominent Naqshbandi-Khalidi Shaikh In Kurdistan: Sayyid Taha Al-Hakkari” , “The Naqshbandi-Khalidi Shaikhs In Istanbul: The Case Of Feyzullah Vidini”
başlıklı çalışmalarım yayınlanacaktır.
İngilizce, Arapça, Farsça ve Kürtçe bilmekte olup, İbranice ve Yunanca üzerine çalışmalar yapmaktayım.
Müfid Yüksel, “İslamsız Kürdistan Hayali ve Ortadoğu”
Adıyaman Kültürünü Yaşatma Derneği (AKYAD)’ta verdiği Konferansta izleyenleri kendine hayran bırakan Yüksel, İslamiyet ten günümüze “İslamsız Kürdistan Hayali ve Ortadoğu” Konferansında şunları dile getirdi.
“
Üzüntü ile belirtelim ki, son yıllarda bu tür söylemler artık yüksek sesle dillendiriliyor. Bundan en çok payını almakta olanlardan birsiyim. İslami kimliğe sahip bir kimse olarak yıllardır, çocukluk yaşlarımdan beri İslam âleminin birçok bölgesi ile yakın alaka kurmuş bir Kürdüm. Neredeyse ümmetin göbeğinde yetiştim. Ve bu sorunlar üzerine 30 yıla yakındır yazılar, makaleler neşretmekteyim. Kürt meselesi, Alevilik sorununun yanısıra, Filistin'den, Arnavutluk'a, Bosna'ya, Kırım'a, Gürcistan'a, Mısır'a, Kuzey Afrika'ya Afganistan'a, Tacikistan'a, Hicaz'a, Yemen'e, Hindistan ve Malezya'ya kadar birçok coğrafyadaki çeşitli sorunlara ilişkin 1987 yılından beri yayınlar yapmaktayım Ancak, anılan bölgelerle ilgilenirken, Kürt sorunu ile ilgilenirken ve bu konuda Kürtleri İslam'dan koparmaya ahdetmiş katı-seküler örgütlenmelerle canhıraş bir mücadele içindeyken, sırf Kürt olduğum için, son yıllardaki kadar bunaltıldığımı söyleyemem. Etnik/seküler ulusalcılığa kaymış, İslam dünyasının sorunlarına duyarsız hale gelmiş bir kısım din karşıtı Kürt gruplarından bu konuda benzeri tutum ve çok ağır hakaretlerle karşılaştığım gibi; Kürtler dışındaki bir kısım sözde İslami görünen bazı muhafazakar çevrelerden gelen, bu konularda “Sen Kürtsün!, Kürtçü, bölücüsün” tarzında, tamamen dışlayıcı bir tutumu kabus gibi üzerimize çöküyor. Bizi adeta arkadan vuruyor. Elbette ki, bu tutum sadece şahsımla sınırlı değil.. Bu anlayış, toplumlar arasında ruhi ve zihinsel kopuşun/kırılmanın, duvar çekmenin göstergesi olarak neredeyse genel bir tutum haline gelmiş durumda.
İslam aleminin kalbi sayılan geniş bu coğrafyada meskun, İslam tarihinin erken dönemlerinde Müslümanlığı toplu olarak kabul etmiş bir kavmin; milliyetçilik saikasıyla, aşağılama/küçümseme psikolojisiyle ötekileştirilip, potansiyel suçlu muamelesiyle ortak paydalardan uzaklaştırılma, ümmet sınırları dışına atılma çabaları, ümmet içine tahrip kalıbı atmaya eşdeğerdir. “Sizin bu ümmetin içinde, Müslümanlıkta ne işiniz var. Sizinle ortak paydamız yok” tarzında söylemler, coğrafyamıza yapılan en büyük kötülüklerden biridir. Bir taraftan, Kürtler içerisinde kök salmaya çalışan din karşıtı, etnik/seküler ulusalcı örgütlenme ve hareketlerden şikayet edilirken; diğer yandan başta İslami kimliğe ve ümmeti gözeten hassasiyetlere sahip Kürtlere yönelik bu tarz dışlama/ötekileştirilme, linç etme ameliyesi bir ikiyüzlülük örneğidir.
Tarihte bir kısım Müslüman kavimlerin küstürülmesinin, itilmesinin İslam alemi için, ümmet için ne kadar pahalıya mal olduğunu tarihten gelen tecrübe ile biliyoruz. Bunun yakın tarihteki en önemli örneği Müslüman Arnavutlar'dır. Bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun, bürokrasi ve askeriye başta olmak üzere, en kuvvetli topluluğu olan, 33 sadrazam çıkarmış Arnavutların 19. yüzyılda, 20. yüzyıl başında, her ne sebeple olursa olsun küstürülmesinin, özellikle İttihatçı idarenin 1911''de Arnavutların silahlarını zorla, onurlarını kırarak toplamasının neticede itmesinin, Osmanlı'nın merkez hinterlandı olan Rumeli'nin tamamı ile kaybedilmesinde, ikinci bir Endülüs haline gelmesinde en temel rolü oynadığını bilmekteyiz. Arnavutlarla, Arnavut kardeşlerimizle arada oluşmuş olan bu sorunların çözümü, oluşan açığın, yaranın kapanması yönünde yirmi yılı aşkındır en çok çaba sarf edenlerden biri olarak ne kadar zorluklarla karşılaştığımızı Allah (C.C) bilir. O yüzden bir zamanlar İslam Endülüs ve Rumeli'ye yakılan ağıtların benzerinin Kürdistan'a Ağıt'a dönüşmesini istemiyoruz” dedi.